Hindistan, Çin, Doğu Türkistan ve İslâm dünyasında hayat belirtileri

Prof. Dr. Yasin Aktay 2022-06-13

Hindistan, Çin, Doğu Türkistan ve İslâm dünyasında hayat belirtileri
-

Dünyanın birçok yerinde İslam’a, Müslümanlara ve kutsallarına yönelik düşmanca tutumlar ve saldırıların karşısında Müslüman devletler düzeyinde arzulanan düzeyde bir itiraz veya tepkinin olmaması bu tür saldırıları hiç kuşkusuz daha fazla cesaretlendiriyor.

Oysa 2 milyara yaklaşan nüfuslarıyla Müslüman halkları temsil eden devletler kendi aralarında birlik olsa, Müslümanların insanlık onurunu, değerlerini, inançlarını korumayı hassasiyetleri ve öncelikleri arasına koysa bütün dünyada Müslüman sembol ve değerlerin aşağılanmasına, Müslümanların azınlık oldukları yerlerde hak ihlallerine maruz kalmasına karşı ciddi bir caydırıcılık ortaya koymaları mümkün.

En son, Hindistan’da iktidardaki BJP’nin Sözcüsü Nupur Sharma ve Yeni Delhi Medya Başkanı Naveen Kumar Jindal’ın Peygamber Efendimiz’e ve müminlerin annesi Hz. Aişe’ye karşı hakaret içeren ifadelerine karşı Müslüman dünyanın ortaya koyduğu tepki bunun tipik bir örneğini de göstermiş oldu.

Katar, Kuveyt ve İran resmi düzeyde Hindistan makamlarına rahatsızlıklarını iletti, her üç ülke kendi ülkelerindeki büyükelçilerini dışişlerine çağırarak bu Islamofobik söylemlere karşı rahatsızlıklarını ifade ettiler.

Kuşkusuz Sharma ve Jindal’ın nefretçi açıklamaları Müslüman dünyada sivil düzeyde de çok ağır tepkileri tetikledi. Devletlerin tepkisiz kaldığı birçok durumda sivil unsurlarının sergilediği bu inisiyatifler Müslüman dünyada bir hayatiyet işareti olarak görülüyor.

İSLÂM DÜNYASI BİRLİK OLURSA

Ne yazık ki, Müslüman dünyanın hassasiyetlerini temsil eden siyasi bir mekanizmanın olmaması sorunun özünü oluşturuyor.

Oysa bu tür şer olaylar bazen hayrın önünü açan vesilelere dönüşebiliyor. Nitekim bütün bu tepkiler karşısında iktidardaki BJP hiç beklenmedik bir cevap verdi ve partinin tüm dinlere saygı duyduğunu ve herhangi bir mezhebe veya dine hakaret eden herhangi bir ideolojiye şiddetle karşı oldukları yönünde bir açıklama yaparak, Nupur Sharma’nın parti sözcülüğünü askıya aldığını ve partinin Yeni Delhi’deki sosyal medya başkanı Naveen Kumar Jindal’ı da partiden ihraç ettiğini duyurdu.

Belki öncesinde tepkilerini açıklamadılarsa da Suudi Arabistan ve Bahreyn gibi ülkeler de bu görevden alma işlemini memnuniyetle karşıladıklarını söylediler. Böylece bir İslamofobik saldırıya karşı Müslüman dünya, halklarıyla ve aralarındaki bütün farklara rağmen devletleriyle müstesna bir ortak duruş sergileyerek Hindistan’a geri adım attırmış oldular.

Doğrusu, bu olay başka birçok meseleye yaklaşımda İslam dünyası için yeni bir siyasal ufuk oluşturma imkânı açısından bir örnek oluşturmalı. Bugün dünyada en kolay dökülen, tabir caizse en ucuz kan maalesef Müslüman kanı. En kolay ihlal edilen haklar Müslümanların insan hakları. Ancak ne yazık ki, Müslümanların haklarını başka ülkelerden ziyade ihlal eden, Müslüman kanını başkalarından daha fazla döken yine Müslüman ülkelerin kendileri.Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, Irak’ta Müslüman kanı başka ülkelerin yöneticileri tarafından değil bizzat Müslüman ülkelerin kendi aralarındaki anlaşmazlıkları yüzünden dökülüyor.

Başta Müslüman ülkeler kendi halklarına karşı hiçbir insan hakkı ilkesine bağlı olma konusunda ne ufak bir sorumluluk hissetmiyorlar. Yüzbinlerce insan Müslüman ülkelerin kendi zindanlarında hiçbir hukuk standardı gözetilmeksizin, insanlık onuru ayaklar altına alınarak keyfi olarak tutuluyor. Esasen İslam ülkeleri kendi Müslüman halklarına bu şekilde davranırken başka ülkelerde azınlık olarak yaşayan Müslümanlara sahip çıkacak yüzleri de olmuyor dertleri de. Oysa yeni bir dünya kurmak mümkün ve bu dünya herşeyden önce Müslüman ülkelerin kendi halklarına davranışlarında insanlık onurunu, hakkını hukukunu gözeten bir yaklaşımla başlamalı.

İSTANBUL’DA DOĞU TÜRKİSTAN SEMPOZYUMU

İstanbul’da Dünya Müslüman Alimler Birliğinin inisiyatifiyle, Cuma günü başlayıp üç gün devam eden bir Doğu Türkistan Sempozyumu düzenlendi. Bu sempozyumda Çin’in Doğu Türkistan’daki Müslümanlara yönelik yoğun insan hakkı ihlalleri her boyutuyla ele alındı.

Ama en önemli boyutu bence Müslüman ülkelerin bu konuda sergiledikleri kayıtsızlıktı.

Müslüman ülkeler aslında potansiyel olarak çok güçlüler. Çin’e ihtiyaç duyduklarından çok daha fazla Çin’in kendilerine ihtiyacı var. Ama bunun ya farkında değiller veya herbirinin kendi başına hareket etmesinden dolayı bir varlık ortaya koymuyorlar. Bugün Körfez ülkeleri olsun, Kuzey Afrika ve Asya ülkelerindeki Müslüman ülkeler, yeni bir dünya inşası arayışındaki Çin için vazgeçilmez hedef müttefikler konumunda.

Ancak bu ilişkilerin hiçbirinde bu ülkeler maalesef Çin’e Uygur bahsini hiç açmayı düşünmedikleri gibi birçoğu ülkelerine sığınmış Uygurları talep üzerine koşulsuz Çin’e teslim etmekte, hatta bazılarında Çin adına işletilen özel Uygur gözaltı merkezleri bile bulunuyor.

Uygur meselesinde Çin’in de kendine ait tezleri var, ama bu tezler neticede ortada inkâr edilemeyecek ve gizlenemeyecek sistematik insan hakkı ihlalleri olduğu gerçeğini değiştirmiyor. İlişkilerde en azından bu bir dosya konusu olarak tutulsa bile Çin bu konudaki siyasetini gözden geçirmeyi düşünecektir.

Tabii öncelikle Müslüman dünyanın kendi arasında bu konuda bir ortak irade, hassasiyet ve işbirliğinin oluşması gerekiyor. Müslüman dünya bırakın bazı konularda ihtilaf içinde kalsın ama bazı konularda birlik olduğunda hiç kimsenin gözardı edemeyeceği yaptırım gücü olan bir eksen oluştururlar.

Bu eksenin muhtemel hayırlı ufuklarını izlemek istiyorlarsa Dünya Müslüman Alimler Birliğinin İstanbul’da 1. Uluslararası Doğu Türkistan Sempozyumu’nda yükselttikleri sese kulak versinler.

Anahtar Kelimeler :

Paylaş


Yorum Sayısı : 0